Bana kalbinden ne geçtiğini söyle!
‘’Bana
kalbinden ne geçtiğini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.’’
Richard Shultze
Ne
kadar manidar bir cümle öyle değil mi?
Tarih boyunca insanlığın en büyük
gafletlerinden biri olmuştur bencillik. İnsanoğlu kendi yaşamını sürdürebilmek
uğruna başkalarına olan saygısını kaybetmiştir. Sevilmeyi kendine layık görmüş,
sevmeyi becerememiştir. Krallar gibi muamele görmeyi beklemiş ama başkalarını
buna layık görmemekte ısrar etmiştir. Almayı marifet edinmiş, vermeyi ise büyük bir dert edinmiştir. Sorarım size muazzam büyüklükteki bir evrende sadece ufacık bir
gezegende yaşam süren bu insan kim oluyor da tüm insanlığa bu bencilliği reva
görüyor?
Hiç düşündünüz mü insan bu kadar bencil
olmasaydı dünya nasıl bir yer olurdu? Korkusuzca nefes alabilir miydik? Bu
kadar çok acı çeker miydik? Bir kör kurşunla sevdiklerimizi kaybeder miydik?
Bomba sesleriyle uykumuz bölünür müydü acaba camlarımız yıkılır mıydı? Gülümser
miydik birbirimize hiç sebepsiz? Tanımadığımız bir insana tebessüm eder miydik?
Sever miydik yaratılanı Yaradan’dan ötürü? Bildiğimiz tek yaşam emaresine sahip olan bu
gezegeni gerçekten yaşanılası bir yer haline dönüştürebilir miydik?
Evet.
Bunların hepsini yapabilirdik. Fakat ne acı ki biz, beşeriyet, bize bahşedilen
iradeyle bencil olmayı seçtik. Sonra o bencilliğimiz bir girdap gibi içine
çekti bizi. Beraberinde getirdi kötülüğü, zalimliği, acıyı, kederi. Irk, dil,
din, ülke diye ayırdık tüm insanlığı sonra kendi insanımıza ihanet ettik. Sırf
kendi ırkımıza ait değil diye zulüm görenlere hakaret ettik. Oysa hepimiz insan
değil miydik?
Şimdi dön, bir daha oku o ilk cümleyi ve
bana kalbinden ne geçtiğini söyle. Cesur ve yalansızca söyle. Ayna tut kalbine
ve öyle söyle. Biliyorum sadece güzellikler yok kalbinde. Öyle olsa içinde
yaşadığın dünyayı bu hale getirmezdin/getiremezdin. Hırsını, öfkeni, kinini ve
nefretini de söyle. Söyle ki dökülsün dudaklarından, yorulsun içinde durmaktan.
Kabullen kendini. Kabullenmeden değişemez insan. Kucak aç güzelliklere, dök
çirkinliklerini.
Gelin
bugün kendimizi, doğrularımızı, yargılarımızı yüceltmek yerine öz eleştiri
yapalım. Gelin bugün dünya bizim etrafımızda dönmesin, güneş sadece bizim için
doğmasın. Gelin bugün birbirimizi anlayalım, empati kuralım. Gelin bugün ben
yerine biz olalım. Gelin bugün İNSAN olalım.
Kıymetli ve hassas kişi
YanıtlaSilFarkındalığa işaret etmişsiniz zannımca eski ve daha güzel söylenişiyle 'şuur'a
Şuurlu olmak hem ab-ı hayattan bir damladır hem de kendi başına bir ummandır.
hem erdemler arasında bir erdem hem de erdemli olmanın gereği yani olgun insanı-ı kamil, insan-ı hakiki olma alemine girişteki kapılardan bir kapıdır bize göre. Bir başka açıdan bakarsak bir anahtardır, diğer erdemlere varırken yolumuza çıkan kapıları açmak için elzem bir anahtardır.
Öyle ki şuuru açık olmayanın tabiatı insanlığa dair türlü erdemlere haiz olsa dahi insanlıktan nasibi bulunmaz. Bilse dahi güzel amel edemez, güzel kelam edemez. O halde evvela şuurlu olmak gerek değil mi?
Nefsimizi bileceğiz, dostumuzu bileceğiz, hasmımızı bileceğiz, tabiatı, ahval-i umumi ve ahvali hassayı bileceğiz ve bu bilmek tüm bilmelerden daha derin ve daha özlü olacak. Ancak bundan sonra güzeli ve iyiyi hakikatiyle idrak etmek ve de icra etmek mümkün olur diye düşünüyoruz bilmem ne dersiniz?
Merhaba Değerli insan,
SilBu güzel yorum için müteşekkirim. Aynı zamanda çok sevinçliyim. İlk yorumunuzu heyecanla başladığım blog maceramın ilk yazısına yapmışsınız. Bu yazıyı kaleme aldığımda sizi henüz tanımıyordum ve şuurunu kaybetmek üzere olan bir insandım. Mazallah! Bu yazdıklarınızla bir kez daha şükretme ihtiyacı hissettim. Sizin de ifade ettiğiniz gibi aslında doğru kelime ''şuur''du. Şuur..Bilme, sezme, anlama, idrak etme yani feraset sahibi olma... Sizden daha güzel bir şekilde ifade edemeyeceğim. Ne demiş Mevlana?
''Nice insanlar gördüm üzerinde elbise yok
Nice elbiseler gördüm içinde insan yok!''
Belki de bu misal insanlığa dair emarelerin görüldüğü lakin şuurunu kaybetmiş o kadar çok insan var ki... Yahut bilen, gören, sezen fakat bunları hayatına tatbik etmeyen... İkisi de ne acı öyle değil mi? Bakara Suresi 12. ayet şöyle der:
''İyi bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat farkında değillerdir.''
Yani onlar idrak edemezler, şuuruna varamazlar...
Size katılmamam mümkün değil zannediyorum.
Beni şuurumu kaybetmekten alıkoyan ve çok kıymetli birini buna aracı kılan Rabb'e sonsuz şükürler olsun. Rabbim tüm insanlara şuurlu olmayı ve şuurlu yaşamayı nasip eylesin. Sevgiler...